27 Şubat 2013 Çarşamba
25 Şubat 2013 Pazartesi
Uyanış
Bu akşam Arena'da Galatasaray'ın sahadaki oyuncusuyla, teknik ekibiyle ve en önemlisi taraftarıyla yaşadığı şeyin tek bir tanımı var: Uyku bitti.
Şampiyon olmak istiyorsan en önemli kural rakiplerin kazandığı hafta kazanmak... Ama maç Galatasaray için öyle başlamadı. Fatih Terim kadroda Sneijder ve Drogba'ya yer açmak için bir başka taktiği denedi bu akşam ve belki de en ideal 11'di sahaya çıkan. 4-2-3-1, bu Galatasaray'ın oynayabileceği en iyi taktik kuşkusuz.
Ama bu akşam skoru belirleyen şey taktikten, teknikten çok daha fazlasıydı. Adına özgüven mi dersiniz, rehavet mi, Drogba ve Sneijder transferlerinden sonra takımın üstüne bir rehavet çökmüştü. Son haftalarda nedense Galatasaray aleyhine artan ve rakiplerin lehine gelişen hakem hataları, ligin erken bitmesini önleme çabaları gibiydi. Ama bu çabalar bu akşam ters tepti ve uykuya dalan Galatasaray'ı uyandırmaktan başka hiçbir işe yaramadı.
Maçın kırılma anı ne ikinci yarının başlangıcı ne de Sneijder'in attığı goldü aslında. Bu maçın dönüm noktası, Galatasaray taraftarının Fatih Terim'i tribünde gördüğü an oldu. O an, son haftalarda her taraftarın "takımda her şey var ama bir şey eksik" dediği eksiğin tamamlandığı andı işte: Ruhtu bu eksik.
"İmparatoru"nu saha kenarında değil, tribünde gören on ikinci adam kaptanlık bandını koluna takınca maç da kırıldı. Galatasaray taraftarı bu sezon ilk kez bir karşılaşmanın skoruna bu kadar direk etki etti. İkinci yarı başladığı andan itibaren futbolcuların arkasındaki itici güç oldu. Bu güç ilk meyvesini Sneijder'in muhteşem golüyle verdi. Sneijder'i Hollanda ve İtalya'dan bilenler onun bu gollerine alışık. Bilmeyenler ise kendilerini alıştırsalar iyi olur çünkü kaleye 90 derece açıyla aniden çektiği bu şutlar Sneijder'i benzersiz oyuncu yapan özelliklerinden biri.
Galatasaray 2-1'i bulduktan sonra kulübeden çok önemli bir hamle daha geldi ve Hamit yerini Umut'a bıraktı. Bu hamlenin önemi kadar, Orduspor teknik direktörü Hector Cuper'in bu hamleye cevap vermemesi de ilginçti çünkü Hamit'in çıkmasıyla Galatasaray oyunu rakip alana yıktı ama defansif yönü daha da zayıf hale geldi. Ama Orduspor kontrataklarla Galatasaray'ı zorlamayı denemedi bile.
Umut hücum yönünde Galatasaray'ın hızını biraz daha artırınca, ağır kalan Orduspor defansının arasında çok rahat koşular yapmaya başladı Galatasaray. Burak Yılmaz'ın iki golü de işte bu dakikalarda geldi ve üçüncü golle birlikte Ali Sami Yen Arena'da adrenalin tavan yaptı.
Geceye Muslera ile birlikte çok talihsiz başlayan Selçuk İnan gecenin kapanış golünü atarken, Sneijder'in golüne de selam çakmayı ihmal etmedi. Ama son haftalarda Galatasaray'ın en çalışkan ve en diri ismi olarak, Selçuk bu golü çoktan hak etmişti.
Gecenin en sıkıntılı anı ise David Barral ile Drogba'nın çarpıştığı andı. Drogba'nın ciddi bir sorunu yoktu ama Barral'ı saha içinde baygın halde görünce, "3 gol daha yiyip maçı kaybedelim ama Barral'a bir şey olmasın" noktasına geldim. Bilincini kaybeden Barral'ı, sahaya giren ambulans hastaneye götürdü.
Maçtan sonra sosyal medyadaki bir yorumda şöyle diyordu: "Bu akşamki maçta tek eksik bir UFO'nun sahaya inip oyunculardan birini kaçırması." Gerçekten de, son yılların en ilginç kendi kalesine golünden sahaya giren ambulansa ve muhteşem bir geri dönüşe kadar bu akşam Arena'da hiçbir şey eksik değildi futbol adına.
Geri dönüşler demişken, futbolun en mükemmel anlarından biri olan geri dönüşleri hangi takım kime karşı yaparsa yapsın benzersiz bir seyir zevki veriyor. Hem Galatasaray'a, hem de Orduspor'a, Süper Lig'de görmeye alışık olmadığımız bu harika futbol için teşekkürler!
Son olarak; benim için maçın adamı, yaşına rağmen 88 dakika Galatasaray hücum hattında ayak basmadık yer bırakmayan, maçın son dakikalarında Barral'la çarpıştıktan sonra oyundan çıkan ve soyunma odasında duş alıp hastaneye koşarak Barral'ı ziyarete giden Didier Drogba!
21 Şubat 2013 Perşembe
Anadolu Efes'e Gizli Kamera Sürprizi
Anadolu Efes Basketbol takımı için yapılan reklam ve gizli kamera fikri harika olmuş.
Galatasaray: 1-1 :Schalke 04
Galatasaray'ın uzun zaman sonra Avrupa arenasında, kağıt üzerinde de olsa, favori olduğu maçlardan biriydi. Ama futbol kağıt üzerinde değil, sahada oynanıyor. Taktikler, planlar, şablonlar, sahaya çıkıldığı anda yerini disipline, yeteneğe ve şansa bırakıyor.
Bu akşam bu faktörlerden ikisi de Galatasaray'ın yanındaydı neyse ki. Maçın skoruna Galatasaraylı olarak üzüldüm. Ama Schalke taraftarı olsam çok daha fazla üzülürdüm. Günlerdir Türk basınının "çantada keklik" maç olarak görmesinin ve rehavete girmesinin aksine çok iyi başladı çünkü Schalke. Kaçırdığı goller bir yana, orta sahada da Galatasaray'dan çok daha üstündü Alman ekibi, disiplini, hızı ve oyun anlayışıyla.
Sneijder ve Drogba transferlerinden sonra 4-2-3-1 mi yoksa 4-3-1-2 mi oynar diye tartışılan Galatasaray klasik 4-4-2 ile sahadaydı. Fatih Terim ligde olası yeni varyasyonları denese de, haklı olarak, Şampiyonlar Ligi'nde devre arasında taktik değiştirmiş takımla oynama riskini almayacağını gösterdi. Yine de Sneijder'i sol kanata hapsetmek yerine, tek forvetli düzende kalabalık orta saha ile oyuna başlayıp, Akhisar maçında olduğu gibi, 60. dakikadan sonra Drogba'yı oyuna sokmak hem Schalke'yi şaşırtır, hem de Galatasaray'ın daha kontrollü başlamasını sağlayabilirdi.
Maçın hemen başında Schalke'nin kaçırdığı iki pozisyon, ardından 13. dakikada Sneijder'in çabasıyla kapılan topta Burak'ın Cristiano Ronaldo'ya selam göndererek attığı gol, topun "bu akşam ev sahibinin yanındayım" dediğini gösteriyordu. Hamit'in direkten dönen topu maçın kırılma anıydı. 45. dakikada Dany'nin hediyesini geri çevirmeyen Schalke istediğini buldu. Almanlar için deplasmanda 1 gol yeterliydi. Belki yanılıyorum ama, onların bize tek gol yeter rahatlığı rövanş maçında Galatasaray'ın işine yarayacak diye düşünüyorum.
İkinci yarıya Sneijder'in yerine Amrabat ile başladı Galatasaray. Schalke'nin sağ kanattan Farfan ile yaptığı bindirmelerde Riera'yı yalnız bırakmamak için bu değişikliği düşünmüştü Fatih Terim. Ama sol kanattaki boşluğu yaratan Sneijder'in dönmemesi değil, Melo'nun Riera'ya destek olmamasıydı. Amrabat savunmada Riera'ya yardımcı oldu ama hücumdaki vasatlığı bu maçta da kendini gösterdi. Her maç biraz daha "ben bu takımın oyuncusu değilim" diye bağırıyor Amrabat ama sesini kulübeye duyuramıyor belli ki. Yüklenen ve Galatasaray'a alan bırakan takımlar dışında da Amrabat'ın etkisini görmek mümkün değil. Yani Amrabat Galatasaray'ın sol kanadının savunmasına destek oldu belki ama, bunun uğruna feda edilen Sneijder'in yokluğu, ikinci yarıda yaratabileceği tehlikelerden etti Galatasaray'ı.
Sağ kanat için söyleyecek pek bir şey yok. Hamit Altıntop'un sağ çizgiye sıkıştığı bir maçı daha izledik. Hamit ne zaman merkeze doğru oynasa Galatasaray'ın dikey oyun hızı artıyor ama onu çizgiye sıkıştırmak hem Hamit'e hem de seyirciye yazık ediyor.
Melo bu sezonun gerçek kaybı... Bu akşamki oyunu, bu sezon alıştığımız vasat oyunundan da kötüydü. Böyle bir Melo yerine, Şampiyonlar Ligi'nde de Yekta'yı düşünebilirdi Terim. Yekta muhtemelen Riera'nın yalnız kaldığı sol kanada da yardımcı olur, Sneijder'in oyundan alınmasına gerek bırakmazdı.
Aslında bu akşamki maçın özeti topla oynama oranlarında saklı. Bildiğim kadarıyla bu sezon ligde ve Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı maçlarda hep topa daha fazla sahip olan takım Galatasaray'dı. Bu akşamın sonunda ise Galatasaray yüzde 47'lik topla oynama oranı ile Schalke'nin gerisinde kaldı. Bu, takımın istediği oyunu kuramamasının hem sebebi, hem de sonucuydu. Schalke de dersine iyi çalışmış olacak ki, Galatasaray'ı orta sahada harika durdurdu. Hızlı oyuncularıyla ileri çıkışlarını umarım, haftalardır Schalke ile ilgili yorum yapan gazeteciler de izlemiş ve çantada keklik gördükleri takımın gücünü anlamışlardır.
Son olarak zemin ve seyirci ile ilgili de bir şeyler söylemek lazım. TT Arena muazzam atmosferi olan bir stad ama zemin sorunu hala çözülemedi. Bu zemin Şampiyonlar Ligi seviyesinde oynayan bir takıma yakışmıyor.
Galatasaray seyircisi de, takımın rahat oynadığı maçlarda destek veriyor. Ama asıl cehennem, takımın desteğe ihtiyacı olduğu anlarda oluşmalı. Sürekli "2000 ruhunu" geri isteyen taraftar, maç berabere, işler iyi gitmiyorken, hata yapan futbolcuya homurdanmak yerine onlara ölümüne destek olarak, kendisi de 2000 ruhuna geri dönse sahadaki takım için daha iyi olacak.
17 Şubat 2013 Pazar
Tek Değişmeyen
İki fotoğraf arasında 8 yıl var. İlki, Messi'nin 1 Mayıs 2005'te Barcelona formasıyla attığı ilk gol sonrası yaşadığı sevinç...
Alttaki, ise dün akşam Granada'ya attığı 300. golünden sonraki sevinci... Saç stilinden formasına kadar çok şey değişmiş. Değişmeyen tek şey ise, Messi'nin attığı golden sonraki heyecanı... İlkinden sonra nasılsa, 300'den sonra da aynı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)